4 Temmuz 2019 Perşembe

An geliyor, izliyorum. Sonsuz bir güzelliğe sahip masum güzel mucizevi bir varlık. Minicik burnu, sarı parlak saçları, içine dünyayı sığdırmış kara parlak gözleri... Ellerini tutuyorum ayaklarını tutuyorum. Sanki dünyayı avucumun içinde taşıyorum. Bana bakıyor kim daha güzel bakabilir bilmiyorum. Beni öpüyor beni başka kim bu kadar sevebilir bilmiyorum. Bana bir şeyler anlatıyor başka hangi cümleler insana bu kadar huzur verir bilmiyorum. Benim yuvam benim umudum benim güneşim benim Can Canım benim yavrum.
 Kaldırımında ilerlerken birden gördüm onu. Önce turuncu elbisesinin eteğinin kıvrımlarını sonra güneşte dans eden yüzünü örten buklelerini. Yürüyüşü aynı kararlılıkla, gülüşü aynı masumlukta, gözleri aynı parlaklıkta... Hayatın yorgunluğu üstüne bulaşmış ama aynı çocuk ruhta. Benim kadınım ruhumun eşsiz parçası. Yürüyor işte orada tam karşımda.
 Gülümserken yine dünyaya gözleri tanıyor gözlerimi. Zaman durdu işte tam orada. Ruhundan ruhuma akıyor kelimeler... Birbirine çarpıp dans ediyorlar söylenemeyen cümlelerde. Yürüyor yürüdükçe sanki tüm dünya yıkılıyor üzerime. Geliyor işte! Nasıl kaçar ki birbirine sarmalanmış iki aşkı taşıyan bedenler. Yaklaşıyor nasıl uzak kalabilir ruhunun parçalarını birbirine emanet etmiş iki beden.
 Gülümsüyor... Hangi gülümseme bu kadar ağıt yakabilir. "Merhaba" diyor "Merhaba" diyorum "Nasılsın?" "İyiyim" diyor. Daha ne kadar yabancı olabilir iki merhaba birbirine? Gözlerine bakıyorum gözlerime bakıyor. Çok özledim diyor gözleri ben de çok özledim diyor gözlerim. Biraz zaman tanıyoruz onlara. Hoscakal diyor hoscakal diyorum. Gecelere, yalnızlıklara, yıldızlara bırakıyoruz cümlelerimizi elbet bulurlar birbirlerini.