14 Kasım 2015 Cumartesi

Geçmiş yazılarıma bakıp, günlüğümü okuduğumda mutlu oluyorum. O zamanlar ne kadar saf ve masum olduğumu görüyorum. Ne kadar ufak gözüküyor o zamanlar dert edindiklerim. Bakıyorum da hep seni dilemişim Allah tan bilmeden. Aşkım... Sen benim kabul olmuş duamsın. Beni bilensin sen. Hayatta bir tek şeyi bile saklamadığım ruhumun tüm sokaklarında gezinen sensin. Tarif edilemez bir saflıkta yanındayım. Yalın ve savunmasız. Yanında özgürleşiyorum. Yürüyorum ve uzanıyorum yıldızlı bir gecenin altında duran o kayaya. Saçlarım dalgalanıyor çıplak ayak yürürken sokaklarda.

Şimdi dert edindiğim, dert edindiğimiz ne varsa işte o günlükteki kadar ufaklar. Biz bizi yaşamaya bakalım.
Yaşlanıyor muyuz ne? Ya da ruhen ölüyor muyuz?

Kaç tane blog takip ediyorsam neredeyse hepsi 4 5 yıldır yazmıyor. Hele bir kız vardı çılgınca yazan ona çok şaşırdım. Etekten, erkekten, elekten falan bahsetmeyince pek tutmuyor herhalde ondan.

Ayy evet yaşlanıyoruz işte. Şu yazdığıma bakılırsa. Canım sıkılıyor ve belim ağırıyor. Ve yaşlanmıyorum vazgeçtim. Sadece kısa bir mola diyelim. Kek mek gibi şeylerden bahsedip günleri doldurmak gibi bir mola. İnsan ruhunun çalkantılarını karşısına alıp oturamıyor. bazen birini karşısına alsa onunla konuşamıyor.

Bir dostun bir hayatı ne kadar güzel hale getirebildiğine şaşırıyorum. Tüm dostlarım uzakta. Eğer benimle olsalardı çok daha güçlü olurdum. Bambaşka cümleler kullanırdım. Bambaşka şeylerden bahseder olurdum.


Hayat kolay değil, bunu biliyordum.

12 Temmuz 2015 Pazar

Bir yavru kedi düşünün... Daha tüm öğreneceklerini öğrenemeden gitmiş annesi! Yaralanmış kan revan içinde düşe kalka ilerlemeye çalışıyor. Biri gelsin o kediyi her gördüğünde ona bir tekme savursun. İşte ben bazen o yavru kedi oluyorum. Kendimi savunamıyorum, savunsam da birşey değişmeyeceği için. Gözlerim dalıyor, düşüyorum. Sonra hemen çıkıyorum ama neden düştüğümü asla unutmuyorum. Çünkü Pia olmak bunu gerektirir.

5 Temmuz 2015 Pazar

17 Ağustos 1999 gecesi babaannemle birlikte İstanbul'da babamın halasındayız. Uyanıyoruz korkuyorum. Hem sallantıdan hem de babaannemin sağıma değilde soluma yatmış olmasından dolayı onu o an görememiş olmaktan. Güç bela kalkıyoruz kapının eşiğine geliyoruz, hala Miyesser diye sesleniyor babaanneme. Sonra hatırladığım sahne halanın yatağına oturup radyo dinlediğimiz. Deprem olmuş! Daha önce hiç duymadığım bir şey - ama biliyorum kötü birşey - Çünkü babamın ve amcamların telefonları açılmıyor herkes endişeli. Birkaç saat içinde halanın kızı geliyor ve binadan çıkıyoruz. O an merdivenleri inerken düşünüyorum eğer babam olsaydı buradan çoktan çıkardık. Babam benim gözümde herşeyin üstesinden gelebilecek tek kişiydi, o kadar akıllıydı ki şu macera filmlerindeki adamlar gibi herşeyden kurtulabilirdi...
Adapazarı'na yola çıkıyoruz, otobüs yakınlarına kavuşmak isteyenlerle dolu. Ben babaannemin kucağındayım. Uykudan kafam bir sağa bir sola düşüyor, kafamı bir yerlere koymaya çalışıyorum halam kızıyor babaannemin yorulmasını istemiyor. Otobüste bazı gerginlikler oluyor şimdi tam hatırlayamıyorum. Yollar kapalı, hava sıcak dağ tepe başka başka yollardan gitmeye çalışıyoruz. İzmit'e vardığımızda yıkılan evleri yollardaki insanları görüyoruz. Halam herşeye hazırlıklı olun diyor. Ve varıyoruz Adapazarı'na! Tam da büyük amcamın evinin enkazının olduğu yerde iniyoruz. Babaaanem feryat ederek koşuyor bir yerlere doğru. Sonra tanıdık birilerini görüyoruz. Tarıklarla Tanjuları gördük diyorlar. Ohh diyorum o kadar felaketin içinde bayram oluyor kalbimde. Ama çok kısa bşr süre sonra anlıyorum ki sadece amcam var. Beni yengemin annesine bırakıyorlar. Tek hatırladığım orada bir ağlayıp bir oynadığım. Gökyüzünden geçen helikopterler, gelen yardımlar. Kaçıncı gündü bilmiyorum gece arabayla bir yere gittik yağmur yağıyordu ve leş gibi kokuyordu bütün şehir. İnsanlar maske takmaya başlamıştı. Birkaç gün sonra amcam arabayla anneannemlere götürmek için arabaya bindirdi beni. Annem babam ölürse ne olur yaşarsa ne olur diyr sordu. Ölme ihtimali için verdiğim cevabı hatırlamıyorum, yaşarlarsa yeni bir hayata başlarız demiştim. Anneannemlere geliyoruz çadırda kalıyorlar. Anneanneme ilaç veriyorlar uyuyor. Teyzeme annemlerin enkazda olduğunu biliyor mu diye soruyorum. Öldüklerini biliyor diye cevap veriyor ve ben işte o an öğreniyorum ölmüşler. Dönüyorum arkamı yürüyorum. Her bir adımda ölüyor annesinin    Petuş'u Petek doğuyor. Dalgın, güçlü, yalnız, mücadeleci, büyümüş Petek. Hikayenin sonrası velayet, şehir değişikliği ve kargaşa içinde geçiyor. Sonrası bambaşka bir mücadele ama başkalarının özelini içerdiği için atlıyorum o kısmı. Ve Pia ya nasıl dönüştüm derseniz çok güzel insanlarla karşılaştım onları sevdim onlar beni sevdi ailem beni sevdi, aşık oldum sırılsıklam. Herkesin bir hayat hikayesi olduğunu gördüm.
Şimdi hayatımda ilk defa korkuyorum ölmekten. Bebeğime kimse benim gibi sarılamaz , kimse benim gibi koklayamaz, kimse uyurken onu özlemez , benim kadar sabırlı olamaz, bu kadar sonsuz bir şükürle ve şefkatle sevemez diye. En büyük duam bizim sağlıkla bir arada olmamız. Aşkımla oğlumla sevdiklerimizle. Anne olmak hayata temiz bir sayfa açmak gibiymiş. İyiki doğmuş meleğim Can ım.



21 Haziran 2015 Pazar

Babacım...
Bu babalar günü bizim hiç yaşayamadığımız o malum babalar günü. Sana sarılmadığım, hediyeler almadığım, bilmediğim. Oysa sadece annelere değil babalara da çiçek verilebildiğini bilseydim...Her okul dönüşü anneme topladığım o yol kenarındaki çiçeklerden sana da vermiş olurdum. Maksadım aji tasyon yapmak değil şu an için. Durdum ben! Nerede durduğumu henüz bilmiyorum ama yaralarım da durdu. Belki yanımda yatan o minik nefes ve boncuk gözler durdurmuştur. Çünkü onun şimdi bende olan ne varsa ona ihtiyacı var. Yoruldum ben biraz baba vermekten, düşünmekten ve düşünceli olmaya çalışmaktan. Ve bu babalar gününde kendimi sana şikayet ediyorum. Ve özlüyorum seni. Bir babaya sahip olmanın ayrıcalıklarından çook uzakta getirdim bu yaşa kendimi. Hep savunmaya çalıştım ve anlatmaya çalıştım kendimi. İnsanlar beni bir kenara itmekte hiç zorlanmadılar hala da zorlanmazlar.Ama beni dansa kaldıracak kadar da incedirler çoğu zaman. Ellerim titrer adımlarım karışır anlatamam. Hayat bize iki sohbet ve bir kahkahayı çok gördü. Ama hatırlıyorum o son anımızı. Tren istasyonunda veda edişimizi birbirmize ve yaramazlık yapma diye tembih edişini. Yaramazlık yapmadım merak etme öyle bir şansım ve lüksüm olmadı hiç. O gün o arabaya binerken çocukluğumu da o istasyonda bıraktım. Şimdi de durduğum yerde bir şeyleri bırakmışım yeni yeni anlıyorum. Bazen hayat bizi bazen biz hayatı seçiyoruz. Babalar günün kutlu olsun canım ilk ve son defa. Tüm iyiliklerin ve temiz kalbinle bizimlesin.

Karakaçan ın Petuş

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Can... Sen doğdun ve bir ay geçti. Zamanın bu kadar hızlanabileceğini hiç düşünmezdim. Şimdi seninle ikimizin bu yaşadığını anlatabilmeyi çok isterdim. Hiç bir aşka benzemiyor bu ya da hiçbir bağımlılığa. Ben biraz çılgınca severim saplantılı kıskanç. Bir saniye bile uzaklaşmadan. Ama bu bira z farklı oğlum. İçinde bir de korku var... Ya bir şey olursa!! Bu duygu karmaşası loğusalık bilmem ne içinde bunları ifade edebilmek güç biliyorum. Ama bu anlardan en azından benim okuyunca hatırlayacağım bir şeyler kalsın istiyorum. Şu an salondayız, ışıklar kapalı. Sen sağ omzumun üstünde yatıyorsun hızlı hızlı nefes alıyorsun. Bir elin çenemin altında duruyor. Kolum kopmak üzere, sırtım belim. Ama umurumda değil. Huzurlu olmanı dinlenmeni istiyorum. Hayat düz bir yol değil malum. Tek istediğim her inişinde çıkışında bu omuza sahip olduğunu hissetmen. Umarım kaderimizde hep yan yana olmak vardır uzun uzun yıllar. Ben annemi hala arıyorum. Hiç kimse tutamıyor yerini asla olmuyor. Canım meleğim. 2009 da başlayan blog maceramın yeni kahramanı sensin. Babanla birlikte tabi. Şu an günler gaz kaka pış pışla geçiyor gibi gözükse de Ankarada geceler hep turuncu, kaldırımlar şarkı mırıldanıyor ve ben hala küçük pia yım, petuşum.

24 Nisan 2015 Cuma

Aslında ne olduğunu, ne hissettiğimi bundan sonra ne hissedeceğimi hiç ama hiç bilmiyorum. En
dayanılmaz noktamda işte kollarıma verdiler seni küçücük bedeninle Can. benim oğlum bizim küçük meleğimiz. Sana dokundum minicik bedenine öylece ne olduğunu anlayamadan. Şimdi saatler geçtikçe artıyor bir şeyler içimde. Kollarımdan bırakmak istemiyorum. Ve anlyamıyorum nasıl böyle mis gibi kokabiliyorsun. Canım bebeğim hoşgeldin.

11 Nisan 2015 Cumartesi

  Bana ne olmuş böyle. Nasıl bu kadar aşık olmuşum, nasıl tüm benliğimi sana sarmalamışım. Nefes alamıyorum ben sensiz. Uyuduğun anlarda uyanık kalmak istemiyorum. Uzağa gitmişsin gibi geliyor özlüyorum. Ben aynı evin içinde sana doyamıyorum be sevgilim.
   Nasıl bir bağımlılık, nasıl bir hasret... Dinmiyor!
   Saçına dokunmak istiyorum, kolunu okşamak, elini tutmak istiyorum. Tüm güzel şeyler sende biliyorum. Yanında olmaktan başka hayal kuramıyorum. En özgür yer senin yanın yalnızlığıma dönmek istemiyorum.
  Şimdi karnımda bir melek var... Kalbi atıyor, tekme atıyor! Gelmeyi bekliyor. İşte o biziz sevgilim. Biz şimdi toprağa derin kökler salmış yaşlı bir çınar gibiyiz.

28 Mart 2015 Cumartesi

Yürüyordum. Tam köşeyi döndüm, karşıma çıktı. Kollarımı sıkıca tuttu, sarstı. Yaprakların hışırtısı kesildi, serçeler sustu. Bak dedi ve de gör! Baktım da görmekte zorlandım yinede. Kollarım acımıştı kalbim de.

23 Mart 2015 Pazartesi

Öylece uzanmış göğe bakıyoruz bahçede. Toprağın değil betonun üzerindeyiz, genciz. Kıymetini bilebilsek anın saatlerce kalabiliriz, daha çok şarkı mırıldanabiliriz.
Güneşin kavurucu sıcağı bitmiş gün dönmüş güneş batmak üzere. Genciz... Anlayabilsek... Daha uzun yaşayabiliriz. Çok kıymetli değil mi şimdi o kahkahalar o şarkılar.
Gün dönmüş güneş batmak üzere! Hafif bir rüzgar eser Ankara gecelerinde. Geri gidebilsek bir iki şarkı kadar daha. O zaman yazılmamış bir kaç şarkı daha söyleyebiliriz. Bir kaç şarkı yazabiliriz. Dünyaya bırakacak bir şeyler olmalı. O kadar basit değil hiç basit olmadı. YAŞAMAK. Gençken bile anlayabiliyor musun?